YAPILACAK HESAPLAR
Bundan önceki sayfalarda Nasıralı İsa'nın
Tanrılığına ilişkin kanıtları inceledik.
İnsanın, Tanrı'dan ayrılmış, kendi içinde köle olmuş, soydaşlarıyla uyuşmazlığa
itilmiş bir varlık olarak en köklü gereksiniminin ne olduğunu araştırdık. Sonra
İsa Mesih'in bizim için kazandığı ve size sunmakta olduğu kurtuluşun ana çizgilerini
gözden geçirdik. Şimdi ise, Şam yolunda İsa ile karşılaşan Pavlus'un sorduğu
soruyu kendimiz için sormalıyız: "Rab, ne yapmalıyım?" (Elçilerin
İşleri 22:10). Ya da Filipi'deki gardiyanın Pavlus'a yönelttiği soruyu, bizim
de sormamız gerekiyor: "Kurtulmak için ne yapmam gerekir?" (Elçilerin
İşleri 16:30).
Belli ki bir şey yapmalıyız. Mesih İnancı, yalnız birtakım önermeleri edilgen
bir biçimde benimsemekle yetinmez. İsa Mesih'in Tanrı olduğunu, günahlarımız
için öldüğünü ve bizim de kurtuluşa gereksinimi olan suçlu kişiler olduğumuz
öğretişini aklımızla onaylayabiliriz. Ama bunu yapmakla Mesih İnanlısı olunmuyor.
Kendimizi kişisel ve kesin bir kararla İsa Mesih'e vermeliyiz. Kendimizi O'na
kişisel Kurtarıcımız ve Önderimiz olarak adamalıyız. Böyle bir adımı nasıl atabileceğimizi
bir sonraki bölümde açıklamaya çalışacağız. Bu bölümde ise, vereceğimiz bu kararın
pratik açıdan bazı noktalarını inceleyeceğiz.
İsa Mesih, bize Tanrı'nın armağanını verdiği gibi, bizden de bir şeyler beklediği
gerçeğini saklamadı. Nitekim bize sunulan armağan ne denli karşılıksız ise,
bizden istenilen adanma da o denli kesindir. Bizlere kurtuluşu sunan Tanrı,
kendimizi yüzde yüz O'na vermemizi ve Kendisine boyun eğmemizi buyuruyor. İsa
Mesih, sonunu düşünmeden kendisini izlemeye özenenlere hiç yüz vermedi. Hiç
kimseye, O'nun yoluna katılsın diye baskı yapmadı. Sorumsuz hayranlarını eli
boş gönderdi. Luka, bize İsa'yı izlemeye aday olan üç kişinin öyküsünü anlatıyor;
bunlardan hiçbiri, İsa'nın uyguladığı sınavı geçemedi. Başka bir olayda zengin
bir genç, sonsuz yaşamı kendi koşullarına göre elde etmek istedi. Ne yazık ki
maddesel zenginliklerine dört elle sarılan genç, ne yaşamı ne de Mesih'i elde
edemeden üzüntü içinde uzaklaştı (Luka 18:18-23).
Bazen büyük kalabalıklar İsa'nın ardından gidiyordu. O'nu övüyor, gürültülü
gösterilerle O'na bağlılıklarını duyuruyorlardı. Ne var ki İsa, kendisine bağlılıklarının
ne kadar yüzeysel olduğunu biliyordu. Bir defasında İsa, soru şeklindeki şu
benzetmeyi kalabalıklara anlattı.
"Aranızdan biri bir kule yapmak isterse, bunu tamamlayacak kadar parası
var mı yok mu diye önce oturup yapacağı masrafı hesap etmez mi? Çünkü temel
atıp da işi bitiremezse, durumu gören herkes, 'Bu adam inşaata başladı, ama
bitiremedi' diyerek onunla eğlenmeye başlar" (Luka 14:28-30).
Mesih İnancı'nın tarihi, yarıya kadar yapılan, sonradan da çökmeye terk edilen
kulelerle doludur. Birçokları inşaata başladılar, ama bitiremediler. Bugün birçokları,
İsa'nın yaptığı uyarıya kulak asmayıp, O'nun yolunu izlemenin maliyetini hesaplamadan
O'nun ardından gitmeye kalkışmaktadırlar. Sonuç, bugün sözde Hıristiyanlık dünyasının
yüz karası olan "ismen Hıristiyanlık"tır. Mesih İnancı'nın geniş çapta
yayılmış bulunduğu ülkelerde çok sayıda insan, kendilerine belki güzel görünen,
ama çok ince bir 'din yaldızı' sürünmüşlerdir.
Toplumda belirli bir saygı kazanacak kadar, ama kendilerini rahatsız etmeyecek
bir ölçüde işin içine girmişlerdir. Bunlar için inanç yumuşak, rahat bir yastıktır.
Bu inanç kendilerini yaşamın tatsızlıklarından koruyan, ama yine kişinin isteğine
göre yer ve şeklini değiştirebilecek esenliktedir. İkiyüzlülerden yakınarak
dinsel inancı sadece bir "gerçeklerden kaçma oyunu" olarak görenlere
biraz da hak vermemiz gerekiyor.
Ne var ki, İsa Mesih'in bildirisi bundan çok farklıydı. İnsanlara yaptığı çağrıyı
daha kolay yutulur bir lokma yapmak için hiçbir zaman koşullarını değiştirmedi,
yumuşatmadı. İlk öğrencilerine söylediği, o zamandan bu yana O'nu izlemek isteyen
herkese söylenmektedir. Önce iyi düşünüp ona göre kendisine yüzde yüz bağlanmalarını
istiyor. Bundan eksik bir bağlanma kabul edilemez.
İnsanın, Tanrı'dan ayrılmış, kendi içinde köle olmuş, soydaşlarıyla uyuşmazlığa
itilmiş bir varlık olarak en köklü gereksiniminin ne olduğunu araştırdık. Sonra
İsa Mesih'in bizim için kazandığı ve size sunmakta olduğu kurtuluşun ana çizgilerini
gözden geçirdik. Şimdi ise, Şam yolunda İsa ile karşılaşan Pavlus'un sorduğu
soruyu kendimiz için sormalıyız: "Rab, ne yapmalıyım?" (Elçilerin
İşleri 22:10). Ya da Filipi'deki gardiyanın Pavlus'a yönelttiği soruyu, bizim
de sormamız gerekiyor: "Kurtulmak için ne yapmam gerekir?" (Elçilerin
İşleri 16:30).
Belli ki bir şey yapmalıyız. Mesih İnancı, yalnız birtakım önermeleri edilgen
bir biçimde benimsemekle yetinmez. İsa Mesih'in Tanrı olduğunu, günahlarımız
için öldüğünü ve bizim de kurtuluşa gereksinimi olan suçlu kişiler olduğumuz
öğretişini aklımızla onaylayabiliriz. Ama bunu yapmakla Mesih İnanlısı olunmuyor.
Kendimizi kişisel ve kesin bir kararla İsa Mesih'e vermeliyiz. Kendimizi O'na
kişisel Kurtarıcımız ve Önderimiz olarak adamalıyız. Böyle bir adımı nasıl atabileceğimizi
bir sonraki bölümde açıklamaya çalışacağız. Bu bölümde ise, vereceğimiz bu kararın
pratik açıdan bazı noktalarını inceleyeceğiz.
İsa Mesih, bize Tanrı'nın armağanını verdiği gibi, bizden de bir şeyler beklediği
gerçeğini saklamadı. Nitekim bize sunulan armağan ne denli karşılıksız ise,
bizden istenilen adanma da o denli kesindir. Bizlere kurtuluşu sunan Tanrı,
kendimizi yüzde yüz O'na vermemizi ve Kendisine boyun eğmemizi buyuruyor. İsa
Mesih, sonunu düşünmeden kendisini izlemeye özenenlere hiç yüz vermedi. Hiç
kimseye, O'nun yoluna katılsın diye baskı yapmadı. Sorumsuz hayranlarını eli
boş gönderdi. Luka, bize İsa'yı izlemeye aday olan üç kişinin öyküsünü anlatıyor;
bunlardan hiçbiri, İsa'nın uyguladığı sınavı geçemedi. Başka bir olayda zengin
bir genç, sonsuz yaşamı kendi koşullarına göre elde etmek istedi. Ne yazık ki
maddesel zenginliklerine dört elle sarılan genç, ne yaşamı ne de Mesih'i elde
edemeden üzüntü içinde uzaklaştı (Luka 18:18-23).
Bazen büyük kalabalıklar İsa'nın ardından gidiyordu. O'nu övüyor, gürültülü
gösterilerle O'na bağlılıklarını duyuruyorlardı. Ne var ki İsa, kendisine bağlılıklarının
ne kadar yüzeysel olduğunu biliyordu. Bir defasında İsa, soru şeklindeki şu
benzetmeyi kalabalıklara anlattı.
"Aranızdan biri bir kule yapmak isterse, bunu tamamlayacak kadar parası
var mı yok mu diye önce oturup yapacağı masrafı hesap etmez mi? Çünkü temel
atıp da işi bitiremezse, durumu gören herkes, 'Bu adam inşaata başladı, ama
bitiremedi' diyerek onunla eğlenmeye başlar" (Luka 14:28-30).
Mesih İnancı'nın tarihi, yarıya kadar yapılan, sonradan da çökmeye terk edilen
kulelerle doludur. Birçokları inşaata başladılar, ama bitiremediler. Bugün birçokları,
İsa'nın yaptığı uyarıya kulak asmayıp, O'nun yolunu izlemenin maliyetini hesaplamadan
O'nun ardından gitmeye kalkışmaktadırlar. Sonuç, bugün sözde Hıristiyanlık dünyasının
yüz karası olan "ismen Hıristiyanlık"tır. Mesih İnancı'nın geniş çapta
yayılmış bulunduğu ülkelerde çok sayıda insan, kendilerine belki güzel görünen,
ama çok ince bir 'din yaldızı' sürünmüşlerdir.
Toplumda belirli bir saygı kazanacak kadar, ama kendilerini rahatsız etmeyecek
bir ölçüde işin içine girmişlerdir. Bunlar için inanç yumuşak, rahat bir yastıktır.
Bu inanç kendilerini yaşamın tatsızlıklarından koruyan, ama yine kişinin isteğine
göre yer ve şeklini değiştirebilecek esenliktedir. İkiyüzlülerden yakınarak
dinsel inancı sadece bir "gerçeklerden kaçma oyunu" olarak görenlere
biraz da hak vermemiz gerekiyor.
Ne var ki, İsa Mesih'in bildirisi bundan çok farklıydı. İnsanlara yaptığı çağrıyı
daha kolay yutulur bir lokma yapmak için hiçbir zaman koşullarını değiştirmedi,
yumuşatmadı. İlk öğrencilerine söylediği, o zamandan bu yana O'nu izlemek isteyen
herkese söylenmektedir. Önce iyi düşünüp ona göre kendisine yüzde yüz bağlanmalarını
istiyor. Bundan eksik bir bağlanma kabul edilemez.
İsa Mesih'i İzleme Çağrısı
"Ardımdan
gelmek isteyen, kendini inkâr etsin, çarmıhını yüklenip beni
izlesin.
Canını kurtarmak isteyen onu yitirecek; canını benim ve Müjde'nin uğruna yitiren
ise onu kurtaracaktır. İnsan bütün dünyayı kazanıp da canından olursa, bunun
kendisine ne yaran olur? Bu vefasız ve günahkâr kuşağın ortasında, kim benden
ve
benim sözlerimden utanırsa, İnsanoğlu da, Babası'nın görkemi içinde kutsal meleklerle
birlikte geldiğinde o kişiden utanacaktır" (Markos 8:34-38).
izlesin.
Canını kurtarmak isteyen onu yitirecek; canını benim ve Müjde'nin uğruna yitiren
ise onu kurtaracaktır. İnsan bütün dünyayı kazanıp da canından olursa, bunun
kendisine ne yaran olur? Bu vefasız ve günahkâr kuşağın ortasında, kim benden
ve
benim sözlerimden utanırsa, İnsanoğlu da, Babası'nın görkemi içinde kutsal meleklerle
birlikte geldiğinde o kişiden utanacaktır" (Markos 8:34-38).
Özet
olarak İsa Mesih'in çağrısı, "Benim ardımca gel" şeklindeydi.
İnsanların kendisine bağlanmalarını istedi. Çağrısını duyanların kendisinden
öğrenmelerini, O'nun sözlerini dinlemelerini, O'nun güttüğü amaçları benimsemelerini
istedi.
Daha önce bir kopma olmadan, bağlanma söz konusu olamaz. İsa Mesih'i izlemek
demek, arka planda kalan tüm bağlılıklardan vazgeçmek demektir. İsa yeryüzünde
yaşadığı sürece, kendisini izlemek isteyenler evlerini, işlerini bırakıp O'nun
ardınca yürüdüler. Simon'la Andreas, "ağlarını bırakıp, O'nun ardından
gittiler." Yakup'la Yuhanna da "babaları Zebedi'yi işçilerle birlikte
teknede bırakıp İsa'nın ardından gittiler" (Markos 1:16-20). İsa, vergi
toplama kulübesinde oturan Levi adında bir vergi görevlisini gördü. Adama, "Ardımdan
gel" dedi. O da kalktı, her şeyi bırakıp İsa'nın ardından gitti (Luka 5:27,
28).
Bugün ise, İsa Mesih'in çağrısı temelde değişmemiştir. Yine "ardımca gel"
diyor; ve sözlerine "varını yoğunu bırakmayan kimse benim öğrencim olamaz"
diye ekliyor. Kuşkusuz, bu her inanlının hemen kalkıp evinden, işinden ayrılması
demek değildir. Asıl önemli olan, bunların her ikisini iç benliğimizde İsa Mesih'in
yönetimine bırakmamızdır. Gerek ailemizin, gerekse işimizin yaşamımızda ön plana
geçmesine izin vermemeliyiz. Yaşamımızın tahtı İsa'ya aittir.
İsa Mesih'i izlemenin ayrılmaz bir parçası olan bu "vazgeçme" ilkesini
daha açık bir biçimde anlatalım.
Her şeyden önce, kesin bir kararla günahtan dönmeli, günaha sırt çevirmeliyiz.
"Tövbe" sözcüğünün anlamı işte budur. Gerçek bir "dönüş"
olmadan, İsa Mesih'e gerçek anlamda inanmak olanaksızdır. Tövbe ile iman el
ele gider. Günahı kesinlikle terk etmeden İsa'yı izleyemeyiz.
Gerçek tövbe, yanlış olduğunu bildiğimiz her düşünceden, her sözden, her davranıştan
ve her alışkanlıktan kesin bir dönüştür. Pişmanlık duymak, Tanrı'dan özür dilemek
yeterli değildir. Temelde tövbe, ne bir duygu ne de bir söz sorunudur. Tövbe
günaha karşı düşünce ve tutumumuzda içten ve köklü bir değişimdir. İçte olan
bu değişim, dışta olan davranışların da değişmesini sağlar.
Günahla herhangi bir uzlaşma olmaz. Yaşamımızda, hiçbir zaman vazgeçemeyeceğimizi
sandığımız günahlar olabilir. Ne var ki, Tanrı'ya bu zincirlerimizi çözmesi
için yalvarırken, bundan vazgeçmeyi içtenlikle istemeliyiz. Neyin doğru, neyin
yanlış olduğu konusunda kuşku içindeysen; neler kalabilir, neler kalkmalı diye
şüphen varsa, hemen Tanrı'nın Sözü'ne başvur. Tanıdığın Hıristiyanların gelenek
ve göreneklerine fazla önem verme. Ama Kutsal Kitap'ın açık öğretişine ve vicdanının
sesine kulak ver. İsa Mesih, seni doğruluk yolunda adım adım ileri götürecektir.
O, herhangi bir nokta üzerine parmağını basarsa, ondan hemen vazgeç. Bir arkadaşlık,
bir eğlence, okuduğumuz bir yayın; ya da iç benliğimizde bir gurur, kıskançlık
veya kin olabilir. İsa Mesih yaşamımızda istemediği bu şeyleri gösterdikçe,
biz de bunlardan teker teker ve kesin bir kararla dönmeliyiz.
İsa izleyicilerine, kendilerini günaha sürükleyen gözü çıkartmalarını, düşmelerine
neden olan el ya da ayağı kesmelerini söyledi. Kuşkusuz, biz bu sözü fiziksel
anlamda uygulayarak bedenimizi bile bile sakatlamayacağız. Ancak İsa, çok canlı
bir anlatımla, bizi günaha sevk eden etkenlere karşı nasıl kesin bir tavır takınmamız
gerektiğini belirtmektedir.
Bazı durumlarda gerçek tövbe, açılan bir zararı ödemeyi de gerektirir. Şöyle
ki, hakkını çiğnediğimiz kişiyle durumu düzeltmemiz gerekir. Suçlarımızın hepsi
Tanrı'ya karşı yapılmış bir haksızlıktır ve bizim yapacağımız hiçbir şey o haksızlığı
düzeltemez. Tanrı ile ilişkimiz, yalnız Kurtarıcımız İsa Mesih'in kurban niteliğindeki
ölümüyle düzeltilebilir. Bununla birlikte, suçumuz başka bir insanı yaralamışsa,
kimi durumlarda zararı onarmak için bir katkımız olabilir. Böyle durumlarda
elimizden geleni yapmalıyız. Bir sürü yolsuzluklara bulaşmış olan vergi görevlilerinin
başı Zakkay, kendini İsa Mesih'e verdiği zaman bütün haksızlıklarını düzeltmeye
niyetlendi. Fazla vergi almakla çaldıklarını fazlasıyla ödeyeceğine, hatta düzeltemeyeceği
durumlara karşılık, varlığının yarısını yoksullara dağıtacağına söz verdi (Luka
19:1-8). Bizde Zakkay örneğine uymalıyız. Çaldığımız bir para ya da mal varsa,
onu ödemeliyiz; yaydığımız bir dedikodu varsa onu düzeltmeliyiz. Özür dileyecek
durumlarda özür dilemeli, bozulan ilişkileri onarmalıyız.
Bu konuda kendi kendimizi kölelik altına sokmayalım. Geçmiş yıllarda olmuş,
haksızlığa uğrayan kişi tarafından çoktan unutulmuş, gömülmüş önemsiz söz ve
davranışları yeniden diriltmeye gerek yok. Yine de bu görevimizi hafife almamalıyız.
Profesörüne sınavda kopya çektiğini itiraf eden bir öğrenci tanıyorum. Başka
bir genç, bir dükkandan yürüttüğü kitapları geri verdi. Bir subay, orduevinden
çaldığı malların listesini yetkililere göndererek suçunun zararını ödedi. Günahtan
dönüşümüz gerçekse, geçmişteki suçlarımızı düzeltmek için elimizden geleni yapacağız.
Tanrı'nın bağışlamasını istediğimiz günahların meyvelerinden yararlanmamız doğru
olmaz.
İkinci olarak, İsa'nın izleyicisi olmak için bencilliğimize de kesinlikle sırt
çevirmemiz gerekir. Yalnız tek tek suçlarımızdan değil, her suçun temelinde
yatan bencillik eğiliminden vazgeçmeliyiz. İsa Mesih'i izlemek demek, yaşamımızı
yönetme hakkını O'na devretmek demektir. Yüreğimizin tahtından inip O'nu salt
Egemen olarak tanımak demektir. İsa bu ilkeyi, birbirine bağlı üç deyimle canlı
bir biçimde açıkladı.
İlk olarak İsa, kendimizi "inkâr etmemiz" gerektiğini söyledi: "Kim
arkamdan gelmek isterse kendini inkâr etsin." Aynı sözcük, başkâhinin avlusunda
İsa'yı tanımadığını söyleyen Petrus'un tutumunu anlatmak için kullanılmaktadır.
Kendini İsa Mesih'ten ayırmak isteyen Petrus nasıl, "Bu adamı tanımıyorum"
dediyse, bizim de kendimizi tanımamamız gerekir. Kendimizi inkâr etmek, yalnız
tatlıdan ya da sigaradan perhiz yapmak demek değildir. Tanrı'nın isteği, yalnız
birtakım şeylerden sakınmamız değil, kökteki bencil tabiatın isteklerini de
kesinlikle reddetmemizdir. Kendi benliğimize "hayır" derken, Mesih'e
"evet" demeliyiz. Benliğimizin baskısına karşı direnip, kendimizi
İsa Mesih'in yönetimine bırakmamız isteniliyor.
İsa'nın bu konuda kullandığı ikinci deyim, "çarmıhımızı yüklenmek"
şeklindeydi: "Bir kimse arkamdan gelmek isterse, kendini inkâr etsin ve
çarmıhını yüklenip ardımca gelsin." Bundan iki bin yıl önce Filistin'de
yaşasaydık ve sırtında ağır bir çarmıh taşıyan birini görseydik, o kişinin idama
götürülen bir suçlu olduğunu hemen anlardık. O zamanlar Romalıların yönetiminde
bulunan Filistin'de ağır suçlulara böyle bir işlem uygulanmaktaydı. Böylece
"çarmıhımızı yüklenmek" demek, kendimizi idama götürülen bir hükümlünün
yerine koymak demektir. Başka bir deyişle, günahlı doğamıza karşı idamlık tutumunu
takınacağız. Pavlus da aynı benzetmeden yararlanıyor: "Mesih İsa'ya ait
olanlar, benliği, tutku ve arzularıyla birlikte çarmıha germişlerdir."
(Galatyalılar 5:24).
İsa'nın bu buyruğunu bize ayrıca aktaran Luka, "her gün" sözünü eklemektedir.
Mesih İnanlısı'nın her gün ölmesi gerekir. Kendi isteminin egemenliğini yadsıyarak,
kendini kayıtsız şartsız İsa Mesih'in denetimine teslim etme kararını her gün
yenilemelidir.
Üçüncü olarak İsa, "canımızı kaybetmek" deyimini kullanmaktadır: "Kim
canını kaybederse, onu kurtaracaktır." Burada "can" diye çevrilen
sözcük, fiziksel varlığımız değil, iç benliğimiz anlamına gelmektedir. Grekçe'de
psykhe, insanın "ben"idir; düşünen, duyan, tasarlayan, seçen insan
kişiliğidir. Yine Luka, İsa'nın bu sözünü "kendimizi kaybetmek" şeklinde
aktarıyor. Buna göre kendini İsa Mesih'e adayan kişi, kendini kaybediyor. Bu,
insanın kendine özgü kişiliğinin ortadan kalkması anlamına gelmez. Kişinin isteği,
İsa Mesih'in isteğine bağlı kılınıyor; ama kişiliği yok olmuyor. Tam tersine,
biraz sonra da göreceğimiz gibi, kendini bu anlamda kaybeden kişi, aslında kendini
bularak gerçek benliğine kavuşuyor.
Öyleyse, İsa Mesih'in izleyicisi olmak için kendimizi yadsımamız, idamlık saymamız,
kaybetmemiz gerekiyor. İsa'nın bizden ne istediği apaçık ortadadır. Bizi umursamaz
bir gevşekliğe değil, kesin, etkin, bilinçli bir adanmışlığa çağırıyor. Kendisini
yaşamımızın Efendisi, Egemeni yapmamızı buyuruyor.
Günümüzde bazıları, sanki İsa Mesih'in egemenliğini tanımadan, O'nun sunduğu
kurtuluşun iyiliklerinden yararlanabilirmişiz gibi çok tuhaf bir aldatmacaya
kapılmışlardır. İncil, böylesine dengesiz bir düşünceyi hiç mi hiç desteklemiyor.
İlk Mesih İnanlıları arasında yayılan en eski iman ikrarı, "İsa Egemendir"
şeklindeydi. Roma devletinin herkese, "Roma Egemendir" sözünü söylettirmek
için baskı yaptığı bir sırada, böyle bir iman ikrarı gerçekten tehlikeliydi.
Ama ilk inanlılar çekinmediler. Yaşamlarının tahtını İmparator'a veremezlerdi;
çünkü o yeri İsa Mesih'e vermişlerdi. Tanrı, İsa Mesih'i her güçten, her mevkiden,
her yetkiden çok çok üstün bir yüceliğe yükseltti. Öyle ki, O'nun önünde "Hepsi
diz çöksün ve her dil,... İsa Mesih'in Rab olduğunu açıkça söylesin" (Filipilier
2:10,11).
İsa Mesih'i egemen yapmak demek, yaşamımızın her yönünü O'nun denetim ve yönetimine
bırakmak demektir. Geleceğimizle ilgili hazırladığımız planlar da buna dahildir.
Tanrı'nın herkesin yaşamı için özel bir tasarısı vardır. Bize düşen görev, Tanrı'nın
tasarısını anlayıp yerine getirmektir. Tanrı'nın tasarısı, anne-babamızınkinden
ya da kendi tasarımızdan oldukça farklı olabilir. Akıllı olan imanlı, hiç bir
şeyi derinlemesine düşünmeden yapmaz. Şu anda yapmakta olduğu iş, Tanrı'nın
kendisini çağırdığı bir iş olabilir. Ama olmayabilir de. Mesih yaşamımızda Egemen
ise, bir yön değişikliği olasılığına hazır olmalıyız.
Tanrı her imanlıyı hizmete, Mesih'in uğruna başkalarının hizmetine çağırmaktadır.
Artık hiçbir imanlı kendisi için yaşayamaz. Tanrı'nın bize vereceği hizmet biçiminin
ne olacağını şu anda bilemeyebiliriz. Kuşkusuz, her imanlı aynı göreve çağrılmıyor.
"Mesih'e hizmet"in birçok çeşidi vardır. Örneğin, imanlı bir eş, anne
ve ev hanımı olmaya çağrılan bir kadının işi, en derin anlamıyla Mesih'in hizmeti
sayılabilir. Böyle bir kadın kendi ailesine, topluma ve Tanrı'ya hizmet etmektedir.
Böylelikle, eğer çalışan imanlı kendini Tanrı'nın yönetiminde, soydaşlarına
hizmet görevinde görüyorsa, her meslek, her türlü iş İsa Mesih'e hizmettir.
Tanrı'nın senin yaşamın için olan özel tasarısını öğrenmek konusunda aceleci
olma. Kendini Tanrı'nın isteğine bırakmışsan ve sabrediyorsan, Tanrı da uygun
gördüğü zamanda tasarısını sana açıklayacaktır. Bize verilen görev ne olursa
olsun, tembellik yapamayız. İster işçi, ister patron olalım, gerçek Patronumuzun
gökte olduğunu unutmayalım. Mesih İnanlısı, yaptığı işte Tanrı'nın isteğini
anlamalı, yalnız insanları değil, Tanrı'yı hoşnut etmek için gönülden çalışmalıdır
(Efesliler 6:5-9).
İsa Mesih'in egemenliğine teslim edilmesi gereken yaşamımızın bir başka yönü
de, evlilik ve kuracağımız yuvadır. Bir defasında İsa şöyle demişti: "Yeryüzüne
barış getirmeye geldiğimi sanmayın" (Matta 10:34). Bunu izleyen konuşmasında
İsa, aile bireylerinden biri Mesih'in yolunu seçtiği zaman, bazen aile içinde
meydana gelen çekişmelerden söz etti.
Günümüzde de aile içinde böyle çekişmeler olmaktadır. İmanlı kişi hiçbir zaman
çekişme peşinde koşmamalı, aksine, Tanrı'nın Sözü'ne uyarak annesini, babasını
ve ailenin diğer bireylerini sevmeli ve saymalıdır. Mesih İnanlısı, barıştırıcı
olmaya çağrılmıştır. Buna göre, Tanrı'ya karşı görevini aksatmamak şartıyla
elinden geldiğince diğerlerinin isteklerine uymaya çalışacaktır. Yine de İsa'nın
şu sözünü aklımızdan çıkarmayalım: "Annesini ya da babasını... oğlunu ya
da kızını beni sevdiğinden çok seven, bana layık değildir" (Matta 10:37).
Ayrıca, bir Mesih İnanlısı'nın, Mesih'e inanmayan biriyle evlenmesine izin verilmemektedir.
Bu konuda Kutsal Kitap'ın öğretişi açıktır: "İmansızlarla aynı boyunduruğa
girmeyin" (2.Korintliler 6:14). Bu buyruk, şu anda sözlü ya da nişanlı
durumda bulunan biri için bir hayli rahatsız edici olabilir. Ama Tanrı'nın gerçeğinden
kaçmamak gerek. Evlilik, yalnızca toplumun işine geldiği için sürdürülen bir
gelenek değildir. Tanrı'nın koyduğu düzenin temel bir taşıdır. İnsanların birbirleriyle
girişebileceği en derin ilişki, evlilik ilişkisidir. Tanrı, evliliği son derece
derin bir birleşme olarak düzenledi. Kaldı ki, Tanrı yalnız fiziksel ve duygusal
değil, aynı zamanda ruhsal bir birleşme de amaçla mıştır. İmanlı kişinin ruhsal
yönden bir olamayacağı biriyle evlenmesi, Tanrı'nın sözünü dinlememek olduğu
gibi, O'nun amaçladığı yetkin birleşmenin doluluğundan da yoksun kalmak anlamına
gelmektedir. Aynı zamanda böyle bir evlilikte çocuklar zarar göreceklerdir.
İster istemez kendi evlerinde inanç konusunda bir uyuşmazlığa tanık olacaklar
ve üstelik, anne-babadan almaları gereken İncil eğitimini de göremeyeceklerdir.
Günahtan İsa Mesih'e dönüş öylesine köklü bir değişimdir ki, evlilik ve iki
cins arasındaki ilişkiler konusunda düşüncelerimiz büyük olasılıkla tümden değişecektir.
Erkekle kadını birbirinden ayıran temel farklılığı ve her iki cinsin öbürüne
gereksinimini, Tanrı'nın yüce bir yaratışı olarak görmeye başlayacağız. Bu temel
cinselliğin fiziksel uygulaması olan seks ise, böylelikle bencil sorumsuzluktan
kurtulur. Yaratıcımızın öngördüğü düzeye getirilir. Gelişigüzel, kişisel anlamını
yitirmiş bir eylem olmaktan çıkar, iyi ve doğru, sevgi dolu bir birleşme olur.
Evlilik içindeki cinsel ilişkiyi, Tanrı'nın isteğine uygun ve insan kişiliğinin
tamamlanması niteliğinde bir birleşme olarak görmeliyiz.
Kendimizi İsa Mesih'e teslim ettiğimiz zaman, O'nun yönetimine geçen yaşamımızın
diğer iki önemli yönü de para ve vakittir. İsa, sık sık paradan ve zenginliğin
tehlikelerinden söz etmiştir. Bu konudaki öğretişi, çoğu insanı rahatsız edecek
niteliktedir. İsa bazı konuşmalarında, izleyicilerine, servetlerinin hepsinden
vazgeçip başkalarına dağıtmalarını söylüyordu. Kuşkusuz, bugün de kimi izleyicilerinin
öyle yapmalarını buyuruyor. Oysa Tanrı'nın hepimizden istediği, son kuruşumuzu
başkalarına dağıtmak değilse de, iç varlı ğımızda parayla olan bağları koparmamızdır.
İncil, paranın ya da maddenin kendiliğinden kötü olduğunu öğretmiyor. Ama bunların
bizi bağlamasına, yönetmesine izin veremeyiz.
İç varlığımızda, İsa Mesih'e aile bağlarından daha üstün bir yer vereceğimiz
gibi, O'nu her türlü maddesel zenginlikten de üstün bir yere koymalıyız. Hem
Tanrı'ya, hem de paraya hizmet edemeyiz. Ayrıca paramızı kullanmakta da dikkatli
olmamız gerek. Elimizdeki para artık kendimizin değildir. Bizde ne varsa, onu
Tanrı'dan emanet almış bulunuyoruz. Üstelik zenginlerle yoksullar arasındaki
boşluğun gitgide genişlediği bir dünyada biz, eli açık kişiler olmalıyız. Disiplinli
bir cömertlikle davranmamız gerekiyor.
Vakit konusuna gelince; bu, bugünlerde herkesi ilgilendiren başlı başına bir
sorundur. İsa Mesih'in yeni bir izleyicisi, büyük olasılıkla çeşitli şeylere
ayırdığı vakti yeniden değerlendirmek zorunda kalacaktır. İnanlı kişi, çalışkanlığı
ve dürüstlüğüyle tanınan bir kişi olmalıdır. Ne var ki, İsa'nın bir izleyicisi
olarak yeni işlere de vakit ayırması gerekmektedir. Sıkışık programı içinde,
her gün dua etmesi ve İncil'i okuması için uygun bir zaman bulması da zorunludur.
Ayrıca insanın dinlenmesi ve Tanrı'ya tapınması için yaratılan pazar günü gerçekten
Tanrı'nın günü olarak tanınmalıdır. O günün, diğer imanlı kardeşlerle bir araya
gelmek ve Tanrı'ya hizmet etmek için kullanılması gereklidir.
Günahtan ve öz bencilliğinden ayrılıp İsa Mesih'in ardınca yürümek isteyen kişinin
bütün bunları düşünmesi gerekmektedir.
İnsanların kendisine bağlanmalarını istedi. Çağrısını duyanların kendisinden
öğrenmelerini, O'nun sözlerini dinlemelerini, O'nun güttüğü amaçları benimsemelerini
istedi.
Daha önce bir kopma olmadan, bağlanma söz konusu olamaz. İsa Mesih'i izlemek
demek, arka planda kalan tüm bağlılıklardan vazgeçmek demektir. İsa yeryüzünde
yaşadığı sürece, kendisini izlemek isteyenler evlerini, işlerini bırakıp O'nun
ardınca yürüdüler. Simon'la Andreas, "ağlarını bırakıp, O'nun ardından
gittiler." Yakup'la Yuhanna da "babaları Zebedi'yi işçilerle birlikte
teknede bırakıp İsa'nın ardından gittiler" (Markos 1:16-20). İsa, vergi
toplama kulübesinde oturan Levi adında bir vergi görevlisini gördü. Adama, "Ardımdan
gel" dedi. O da kalktı, her şeyi bırakıp İsa'nın ardından gitti (Luka 5:27,
28).
Bugün ise, İsa Mesih'in çağrısı temelde değişmemiştir. Yine "ardımca gel"
diyor; ve sözlerine "varını yoğunu bırakmayan kimse benim öğrencim olamaz"
diye ekliyor. Kuşkusuz, bu her inanlının hemen kalkıp evinden, işinden ayrılması
demek değildir. Asıl önemli olan, bunların her ikisini iç benliğimizde İsa Mesih'in
yönetimine bırakmamızdır. Gerek ailemizin, gerekse işimizin yaşamımızda ön plana
geçmesine izin vermemeliyiz. Yaşamımızın tahtı İsa'ya aittir.
İsa Mesih'i izlemenin ayrılmaz bir parçası olan bu "vazgeçme" ilkesini
daha açık bir biçimde anlatalım.
Her şeyden önce, kesin bir kararla günahtan dönmeli, günaha sırt çevirmeliyiz.
"Tövbe" sözcüğünün anlamı işte budur. Gerçek bir "dönüş"
olmadan, İsa Mesih'e gerçek anlamda inanmak olanaksızdır. Tövbe ile iman el
ele gider. Günahı kesinlikle terk etmeden İsa'yı izleyemeyiz.
Gerçek tövbe, yanlış olduğunu bildiğimiz her düşünceden, her sözden, her davranıştan
ve her alışkanlıktan kesin bir dönüştür. Pişmanlık duymak, Tanrı'dan özür dilemek
yeterli değildir. Temelde tövbe, ne bir duygu ne de bir söz sorunudur. Tövbe
günaha karşı düşünce ve tutumumuzda içten ve köklü bir değişimdir. İçte olan
bu değişim, dışta olan davranışların da değişmesini sağlar.
Günahla herhangi bir uzlaşma olmaz. Yaşamımızda, hiçbir zaman vazgeçemeyeceğimizi
sandığımız günahlar olabilir. Ne var ki, Tanrı'ya bu zincirlerimizi çözmesi
için yalvarırken, bundan vazgeçmeyi içtenlikle istemeliyiz. Neyin doğru, neyin
yanlış olduğu konusunda kuşku içindeysen; neler kalabilir, neler kalkmalı diye
şüphen varsa, hemen Tanrı'nın Sözü'ne başvur. Tanıdığın Hıristiyanların gelenek
ve göreneklerine fazla önem verme. Ama Kutsal Kitap'ın açık öğretişine ve vicdanının
sesine kulak ver. İsa Mesih, seni doğruluk yolunda adım adım ileri götürecektir.
O, herhangi bir nokta üzerine parmağını basarsa, ondan hemen vazgeç. Bir arkadaşlık,
bir eğlence, okuduğumuz bir yayın; ya da iç benliğimizde bir gurur, kıskançlık
veya kin olabilir. İsa Mesih yaşamımızda istemediği bu şeyleri gösterdikçe,
biz de bunlardan teker teker ve kesin bir kararla dönmeliyiz.
İsa izleyicilerine, kendilerini günaha sürükleyen gözü çıkartmalarını, düşmelerine
neden olan el ya da ayağı kesmelerini söyledi. Kuşkusuz, biz bu sözü fiziksel
anlamda uygulayarak bedenimizi bile bile sakatlamayacağız. Ancak İsa, çok canlı
bir anlatımla, bizi günaha sevk eden etkenlere karşı nasıl kesin bir tavır takınmamız
gerektiğini belirtmektedir.
Bazı durumlarda gerçek tövbe, açılan bir zararı ödemeyi de gerektirir. Şöyle
ki, hakkını çiğnediğimiz kişiyle durumu düzeltmemiz gerekir. Suçlarımızın hepsi
Tanrı'ya karşı yapılmış bir haksızlıktır ve bizim yapacağımız hiçbir şey o haksızlığı
düzeltemez. Tanrı ile ilişkimiz, yalnız Kurtarıcımız İsa Mesih'in kurban niteliğindeki
ölümüyle düzeltilebilir. Bununla birlikte, suçumuz başka bir insanı yaralamışsa,
kimi durumlarda zararı onarmak için bir katkımız olabilir. Böyle durumlarda
elimizden geleni yapmalıyız. Bir sürü yolsuzluklara bulaşmış olan vergi görevlilerinin
başı Zakkay, kendini İsa Mesih'e verdiği zaman bütün haksızlıklarını düzeltmeye
niyetlendi. Fazla vergi almakla çaldıklarını fazlasıyla ödeyeceğine, hatta düzeltemeyeceği
durumlara karşılık, varlığının yarısını yoksullara dağıtacağına söz verdi (Luka
19:1-8). Bizde Zakkay örneğine uymalıyız. Çaldığımız bir para ya da mal varsa,
onu ödemeliyiz; yaydığımız bir dedikodu varsa onu düzeltmeliyiz. Özür dileyecek
durumlarda özür dilemeli, bozulan ilişkileri onarmalıyız.
Bu konuda kendi kendimizi kölelik altına sokmayalım. Geçmiş yıllarda olmuş,
haksızlığa uğrayan kişi tarafından çoktan unutulmuş, gömülmüş önemsiz söz ve
davranışları yeniden diriltmeye gerek yok. Yine de bu görevimizi hafife almamalıyız.
Profesörüne sınavda kopya çektiğini itiraf eden bir öğrenci tanıyorum. Başka
bir genç, bir dükkandan yürüttüğü kitapları geri verdi. Bir subay, orduevinden
çaldığı malların listesini yetkililere göndererek suçunun zararını ödedi. Günahtan
dönüşümüz gerçekse, geçmişteki suçlarımızı düzeltmek için elimizden geleni yapacağız.
Tanrı'nın bağışlamasını istediğimiz günahların meyvelerinden yararlanmamız doğru
olmaz.
İkinci olarak, İsa'nın izleyicisi olmak için bencilliğimize de kesinlikle sırt
çevirmemiz gerekir. Yalnız tek tek suçlarımızdan değil, her suçun temelinde
yatan bencillik eğiliminden vazgeçmeliyiz. İsa Mesih'i izlemek demek, yaşamımızı
yönetme hakkını O'na devretmek demektir. Yüreğimizin tahtından inip O'nu salt
Egemen olarak tanımak demektir. İsa bu ilkeyi, birbirine bağlı üç deyimle canlı
bir biçimde açıkladı.
İlk olarak İsa, kendimizi "inkâr etmemiz" gerektiğini söyledi: "Kim
arkamdan gelmek isterse kendini inkâr etsin." Aynı sözcük, başkâhinin avlusunda
İsa'yı tanımadığını söyleyen Petrus'un tutumunu anlatmak için kullanılmaktadır.
Kendini İsa Mesih'ten ayırmak isteyen Petrus nasıl, "Bu adamı tanımıyorum"
dediyse, bizim de kendimizi tanımamamız gerekir. Kendimizi inkâr etmek, yalnız
tatlıdan ya da sigaradan perhiz yapmak demek değildir. Tanrı'nın isteği, yalnız
birtakım şeylerden sakınmamız değil, kökteki bencil tabiatın isteklerini de
kesinlikle reddetmemizdir. Kendi benliğimize "hayır" derken, Mesih'e
"evet" demeliyiz. Benliğimizin baskısına karşı direnip, kendimizi
İsa Mesih'in yönetimine bırakmamız isteniliyor.
İsa'nın bu konuda kullandığı ikinci deyim, "çarmıhımızı yüklenmek"
şeklindeydi: "Bir kimse arkamdan gelmek isterse, kendini inkâr etsin ve
çarmıhını yüklenip ardımca gelsin." Bundan iki bin yıl önce Filistin'de
yaşasaydık ve sırtında ağır bir çarmıh taşıyan birini görseydik, o kişinin idama
götürülen bir suçlu olduğunu hemen anlardık. O zamanlar Romalıların yönetiminde
bulunan Filistin'de ağır suçlulara böyle bir işlem uygulanmaktaydı. Böylece
"çarmıhımızı yüklenmek" demek, kendimizi idama götürülen bir hükümlünün
yerine koymak demektir. Başka bir deyişle, günahlı doğamıza karşı idamlık tutumunu
takınacağız. Pavlus da aynı benzetmeden yararlanıyor: "Mesih İsa'ya ait
olanlar, benliği, tutku ve arzularıyla birlikte çarmıha germişlerdir."
(Galatyalılar 5:24).
İsa'nın bu buyruğunu bize ayrıca aktaran Luka, "her gün" sözünü eklemektedir.
Mesih İnanlısı'nın her gün ölmesi gerekir. Kendi isteminin egemenliğini yadsıyarak,
kendini kayıtsız şartsız İsa Mesih'in denetimine teslim etme kararını her gün
yenilemelidir.
Üçüncü olarak İsa, "canımızı kaybetmek" deyimini kullanmaktadır: "Kim
canını kaybederse, onu kurtaracaktır." Burada "can" diye çevrilen
sözcük, fiziksel varlığımız değil, iç benliğimiz anlamına gelmektedir. Grekçe'de
psykhe, insanın "ben"idir; düşünen, duyan, tasarlayan, seçen insan
kişiliğidir. Yine Luka, İsa'nın bu sözünü "kendimizi kaybetmek" şeklinde
aktarıyor. Buna göre kendini İsa Mesih'e adayan kişi, kendini kaybediyor. Bu,
insanın kendine özgü kişiliğinin ortadan kalkması anlamına gelmez. Kişinin isteği,
İsa Mesih'in isteğine bağlı kılınıyor; ama kişiliği yok olmuyor. Tam tersine,
biraz sonra da göreceğimiz gibi, kendini bu anlamda kaybeden kişi, aslında kendini
bularak gerçek benliğine kavuşuyor.
Öyleyse, İsa Mesih'in izleyicisi olmak için kendimizi yadsımamız, idamlık saymamız,
kaybetmemiz gerekiyor. İsa'nın bizden ne istediği apaçık ortadadır. Bizi umursamaz
bir gevşekliğe değil, kesin, etkin, bilinçli bir adanmışlığa çağırıyor. Kendisini
yaşamımızın Efendisi, Egemeni yapmamızı buyuruyor.
Günümüzde bazıları, sanki İsa Mesih'in egemenliğini tanımadan, O'nun sunduğu
kurtuluşun iyiliklerinden yararlanabilirmişiz gibi çok tuhaf bir aldatmacaya
kapılmışlardır. İncil, böylesine dengesiz bir düşünceyi hiç mi hiç desteklemiyor.
İlk Mesih İnanlıları arasında yayılan en eski iman ikrarı, "İsa Egemendir"
şeklindeydi. Roma devletinin herkese, "Roma Egemendir" sözünü söylettirmek
için baskı yaptığı bir sırada, böyle bir iman ikrarı gerçekten tehlikeliydi.
Ama ilk inanlılar çekinmediler. Yaşamlarının tahtını İmparator'a veremezlerdi;
çünkü o yeri İsa Mesih'e vermişlerdi. Tanrı, İsa Mesih'i her güçten, her mevkiden,
her yetkiden çok çok üstün bir yüceliğe yükseltti. Öyle ki, O'nun önünde "Hepsi
diz çöksün ve her dil,... İsa Mesih'in Rab olduğunu açıkça söylesin" (Filipilier
2:10,11).
İsa Mesih'i egemen yapmak demek, yaşamımızın her yönünü O'nun denetim ve yönetimine
bırakmak demektir. Geleceğimizle ilgili hazırladığımız planlar da buna dahildir.
Tanrı'nın herkesin yaşamı için özel bir tasarısı vardır. Bize düşen görev, Tanrı'nın
tasarısını anlayıp yerine getirmektir. Tanrı'nın tasarısı, anne-babamızınkinden
ya da kendi tasarımızdan oldukça farklı olabilir. Akıllı olan imanlı, hiç bir
şeyi derinlemesine düşünmeden yapmaz. Şu anda yapmakta olduğu iş, Tanrı'nın
kendisini çağırdığı bir iş olabilir. Ama olmayabilir de. Mesih yaşamımızda Egemen
ise, bir yön değişikliği olasılığına hazır olmalıyız.
Tanrı her imanlıyı hizmete, Mesih'in uğruna başkalarının hizmetine çağırmaktadır.
Artık hiçbir imanlı kendisi için yaşayamaz. Tanrı'nın bize vereceği hizmet biçiminin
ne olacağını şu anda bilemeyebiliriz. Kuşkusuz, her imanlı aynı göreve çağrılmıyor.
"Mesih'e hizmet"in birçok çeşidi vardır. Örneğin, imanlı bir eş, anne
ve ev hanımı olmaya çağrılan bir kadının işi, en derin anlamıyla Mesih'in hizmeti
sayılabilir. Böyle bir kadın kendi ailesine, topluma ve Tanrı'ya hizmet etmektedir.
Böylelikle, eğer çalışan imanlı kendini Tanrı'nın yönetiminde, soydaşlarına
hizmet görevinde görüyorsa, her meslek, her türlü iş İsa Mesih'e hizmettir.
Tanrı'nın senin yaşamın için olan özel tasarısını öğrenmek konusunda aceleci
olma. Kendini Tanrı'nın isteğine bırakmışsan ve sabrediyorsan, Tanrı da uygun
gördüğü zamanda tasarısını sana açıklayacaktır. Bize verilen görev ne olursa
olsun, tembellik yapamayız. İster işçi, ister patron olalım, gerçek Patronumuzun
gökte olduğunu unutmayalım. Mesih İnanlısı, yaptığı işte Tanrı'nın isteğini
anlamalı, yalnız insanları değil, Tanrı'yı hoşnut etmek için gönülden çalışmalıdır
(Efesliler 6:5-9).
İsa Mesih'in egemenliğine teslim edilmesi gereken yaşamımızın bir başka yönü
de, evlilik ve kuracağımız yuvadır. Bir defasında İsa şöyle demişti: "Yeryüzüne
barış getirmeye geldiğimi sanmayın" (Matta 10:34). Bunu izleyen konuşmasında
İsa, aile bireylerinden biri Mesih'in yolunu seçtiği zaman, bazen aile içinde
meydana gelen çekişmelerden söz etti.
Günümüzde de aile içinde böyle çekişmeler olmaktadır. İmanlı kişi hiçbir zaman
çekişme peşinde koşmamalı, aksine, Tanrı'nın Sözü'ne uyarak annesini, babasını
ve ailenin diğer bireylerini sevmeli ve saymalıdır. Mesih İnanlısı, barıştırıcı
olmaya çağrılmıştır. Buna göre, Tanrı'ya karşı görevini aksatmamak şartıyla
elinden geldiğince diğerlerinin isteklerine uymaya çalışacaktır. Yine de İsa'nın
şu sözünü aklımızdan çıkarmayalım: "Annesini ya da babasını... oğlunu ya
da kızını beni sevdiğinden çok seven, bana layık değildir" (Matta 10:37).
Ayrıca, bir Mesih İnanlısı'nın, Mesih'e inanmayan biriyle evlenmesine izin verilmemektedir.
Bu konuda Kutsal Kitap'ın öğretişi açıktır: "İmansızlarla aynı boyunduruğa
girmeyin" (2.Korintliler 6:14). Bu buyruk, şu anda sözlü ya da nişanlı
durumda bulunan biri için bir hayli rahatsız edici olabilir. Ama Tanrı'nın gerçeğinden
kaçmamak gerek. Evlilik, yalnızca toplumun işine geldiği için sürdürülen bir
gelenek değildir. Tanrı'nın koyduğu düzenin temel bir taşıdır. İnsanların birbirleriyle
girişebileceği en derin ilişki, evlilik ilişkisidir. Tanrı, evliliği son derece
derin bir birleşme olarak düzenledi. Kaldı ki, Tanrı yalnız fiziksel ve duygusal
değil, aynı zamanda ruhsal bir birleşme de amaçla mıştır. İmanlı kişinin ruhsal
yönden bir olamayacağı biriyle evlenmesi, Tanrı'nın sözünü dinlememek olduğu
gibi, O'nun amaçladığı yetkin birleşmenin doluluğundan da yoksun kalmak anlamına
gelmektedir. Aynı zamanda böyle bir evlilikte çocuklar zarar göreceklerdir.
İster istemez kendi evlerinde inanç konusunda bir uyuşmazlığa tanık olacaklar
ve üstelik, anne-babadan almaları gereken İncil eğitimini de göremeyeceklerdir.
Günahtan İsa Mesih'e dönüş öylesine köklü bir değişimdir ki, evlilik ve iki
cins arasındaki ilişkiler konusunda düşüncelerimiz büyük olasılıkla tümden değişecektir.
Erkekle kadını birbirinden ayıran temel farklılığı ve her iki cinsin öbürüne
gereksinimini, Tanrı'nın yüce bir yaratışı olarak görmeye başlayacağız. Bu temel
cinselliğin fiziksel uygulaması olan seks ise, böylelikle bencil sorumsuzluktan
kurtulur. Yaratıcımızın öngördüğü düzeye getirilir. Gelişigüzel, kişisel anlamını
yitirmiş bir eylem olmaktan çıkar, iyi ve doğru, sevgi dolu bir birleşme olur.
Evlilik içindeki cinsel ilişkiyi, Tanrı'nın isteğine uygun ve insan kişiliğinin
tamamlanması niteliğinde bir birleşme olarak görmeliyiz.
Kendimizi İsa Mesih'e teslim ettiğimiz zaman, O'nun yönetimine geçen yaşamımızın
diğer iki önemli yönü de para ve vakittir. İsa, sık sık paradan ve zenginliğin
tehlikelerinden söz etmiştir. Bu konudaki öğretişi, çoğu insanı rahatsız edecek
niteliktedir. İsa bazı konuşmalarında, izleyicilerine, servetlerinin hepsinden
vazgeçip başkalarına dağıtmalarını söylüyordu. Kuşkusuz, bugün de kimi izleyicilerinin
öyle yapmalarını buyuruyor. Oysa Tanrı'nın hepimizden istediği, son kuruşumuzu
başkalarına dağıtmak değilse de, iç varlı ğımızda parayla olan bağları koparmamızdır.
İncil, paranın ya da maddenin kendiliğinden kötü olduğunu öğretmiyor. Ama bunların
bizi bağlamasına, yönetmesine izin veremeyiz.
İç varlığımızda, İsa Mesih'e aile bağlarından daha üstün bir yer vereceğimiz
gibi, O'nu her türlü maddesel zenginlikten de üstün bir yere koymalıyız. Hem
Tanrı'ya, hem de paraya hizmet edemeyiz. Ayrıca paramızı kullanmakta da dikkatli
olmamız gerek. Elimizdeki para artık kendimizin değildir. Bizde ne varsa, onu
Tanrı'dan emanet almış bulunuyoruz. Üstelik zenginlerle yoksullar arasındaki
boşluğun gitgide genişlediği bir dünyada biz, eli açık kişiler olmalıyız. Disiplinli
bir cömertlikle davranmamız gerekiyor.
Vakit konusuna gelince; bu, bugünlerde herkesi ilgilendiren başlı başına bir
sorundur. İsa Mesih'in yeni bir izleyicisi, büyük olasılıkla çeşitli şeylere
ayırdığı vakti yeniden değerlendirmek zorunda kalacaktır. İnanlı kişi, çalışkanlığı
ve dürüstlüğüyle tanınan bir kişi olmalıdır. Ne var ki, İsa'nın bir izleyicisi
olarak yeni işlere de vakit ayırması gerekmektedir. Sıkışık programı içinde,
her gün dua etmesi ve İncil'i okuması için uygun bir zaman bulması da zorunludur.
Ayrıca insanın dinlenmesi ve Tanrı'ya tapınması için yaratılan pazar günü gerçekten
Tanrı'nın günü olarak tanınmalıdır. O günün, diğer imanlı kardeşlerle bir araya
gelmek ve Tanrı'ya hizmet etmek için kullanılması gereklidir.
Günahtan ve öz bencilliğinden ayrılıp İsa Mesih'in ardınca yürümek isteyen kişinin
bütün bunları düşünmesi gerekmektedir.
İsa Mesih'i Açıkça Benimseme Çağrısı
Biz,
İsa Mesih'i yalnız özel yaşamımızla izlemeye değil, herkesin önünde O'nu
açıkça benimsemeye çağrıldık. İç benliğimizde kendimizi inkâr edip de yaşantımızda
O'nu inkâr etmenin hiçbir anlamı olmaz. Kısacası içimizle dışımız bir olmalı.
açıkça benimsemeye çağrıldık. İç benliğimizde kendimizi inkâr edip de yaşantımızda
O'nu inkâr etmenin hiçbir anlamı olmaz. Kısacası içimizle dışımız bir olmalı.
"Bu
vefasız ve günahkâr kuşağın ortasında, kim benden ve benim sözlerimden
utanırsa, İnsanoğlu da,
Babası'nın görkemi içinde kutsal meleklerle birlikte geldiğinde o kişiden utanacaktır"
(Markos 8:38).
utanırsa, İnsanoğlu da,
Babası'nın görkemi içinde kutsal meleklerle birlikte geldiğinde o kişiden utanacaktır"
(Markos 8:38).
"İnsanların
önünde beni açıkça kabul eden herkesi, ben de göklerdeki
Babam'ın önünde açıkça kabul
edeceğim. İnsanların önünde beni inkâr edeni, ben de göklerdeki Babam'ın önünde
inkâr edeceğim" (Matta 10:32, 33).
Babam'ın önünde açıkça kabul
edeceğim. İnsanların önünde beni inkâr edeni, ben de göklerdeki Babam'ın önünde
inkâr edeceğim" (Matta 10:32, 33).
İsa'nın
bize, Kendisinden utanmamamız için uyarıda bulunması, bu yönde bazı
denemelerle karşılaşacağımızı göstermektedir. "Bu zina ve günah işleyici
çağ" şeklindeki sözleri de bu denemelerin kökenini belirtiyor. İsa, kendisini
izleyenlerin bu dünyada her zaman azınlıkta kalacağını biliyordu. Çoğunluğun
karşısında azınlık saflarında yer almak büyük bir yüreklilik ister.
Bununla birlikte biz, İsa Mesih'i açıkça, herkesin önünde benimsemekten kaçamayız.
Pavlus bunu kurtuluşun bir şartı olarak öne sürdü. Kurtuluşu elde etmek için
kişinin yalnız kendi içinde, gizlide inanması yeterli değildir; kendi ağzıyla
İsa'yı yaşamının Efendisi olarak benimsemesi gerekir. "İnsan yürekten iman
ederek aklanır, imanını ağzıyla açıklayarak kurtulur" (Romalılar 10:10).
Burada Pavlus, büyük olasılıkla su vaftiziyle yapılan iman tanıklığını düşünüyor.
Kuşkusuz su vaftizi, her inanlının yerine getirmesi gereken bir ödevdir. Bununla
kişi, Mesih'teki yeni yaşamın gözle görülür belirtisini ve mührünü alıyor. Aynı
zamanda, toplumun önünde İsa Mesih'i kendi Kurtarıcısı ve Önderi olarak benimsediğini
açıkça duyurmuş oluyor (Romalılar 6:3-5).
İnanlının iman tanıklığı kuşkusuz su vaftiziyle bitmiyor. Ailesine ve arkadaşlarına,
iyiye doğru değişmiş yeni yaşamıyla İsa Mesih'in bir izleyicisi olduğunu bildirmekten
çekinmemeli ve inancını sözle açıklamak için fırsat kollamalıdır. İnanlının
elbette ki bu konuda alçakgönüllülükle ve duyarlılıkla davranması gerekir. Başkalarını
kıracak ya da küçük düşürecek bir biçimde konuşmamalıdır. Ayrıca Mesih'in yeni
izleyicisi, yerel bir inanlılar topluluğuna katılmalı, elinden geldiği kadar
aynı imanı paylaşan kişilerin arkadaşlığını aramalıdır. Başkaları bir soru sorduğunda,
İsa Mesih'e olan bağlılığını açıkça duyurmaktan çekinmemelidir. Dua, örnek bir
yaşam ve söze dayalı tanıklığıyla arkadaşlarını da Mesih'e kazanmaya çalışmalıdır.
denemelerle karşılaşacağımızı göstermektedir. "Bu zina ve günah işleyici
çağ" şeklindeki sözleri de bu denemelerin kökenini belirtiyor. İsa, kendisini
izleyenlerin bu dünyada her zaman azınlıkta kalacağını biliyordu. Çoğunluğun
karşısında azınlık saflarında yer almak büyük bir yüreklilik ister.
Bununla birlikte biz, İsa Mesih'i açıkça, herkesin önünde benimsemekten kaçamayız.
Pavlus bunu kurtuluşun bir şartı olarak öne sürdü. Kurtuluşu elde etmek için
kişinin yalnız kendi içinde, gizlide inanması yeterli değildir; kendi ağzıyla
İsa'yı yaşamının Efendisi olarak benimsemesi gerekir. "İnsan yürekten iman
ederek aklanır, imanını ağzıyla açıklayarak kurtulur" (Romalılar 10:10).
Burada Pavlus, büyük olasılıkla su vaftiziyle yapılan iman tanıklığını düşünüyor.
Kuşkusuz su vaftizi, her inanlının yerine getirmesi gereken bir ödevdir. Bununla
kişi, Mesih'teki yeni yaşamın gözle görülür belirtisini ve mührünü alıyor. Aynı
zamanda, toplumun önünde İsa Mesih'i kendi Kurtarıcısı ve Önderi olarak benimsediğini
açıkça duyurmuş oluyor (Romalılar 6:3-5).
İnanlının iman tanıklığı kuşkusuz su vaftiziyle bitmiyor. Ailesine ve arkadaşlarına,
iyiye doğru değişmiş yeni yaşamıyla İsa Mesih'in bir izleyicisi olduğunu bildirmekten
çekinmemeli ve inancını sözle açıklamak için fırsat kollamalıdır. İnanlının
elbette ki bu konuda alçakgönüllülükle ve duyarlılıkla davranması gerekir. Başkalarını
kıracak ya da küçük düşürecek bir biçimde konuşmamalıdır. Ayrıca Mesih'in yeni
izleyicisi, yerel bir inanlılar topluluğuna katılmalı, elinden geldiği kadar
aynı imanı paylaşan kişilerin arkadaşlığını aramalıdır. Başkaları bir soru sorduğunda,
İsa Mesih'e olan bağlılığını açıkça duyurmaktan çekinmemelidir. Dua, örnek bir
yaşam ve söze dayalı tanıklığıyla arkadaşlarını da Mesih'e kazanmaya çalışmalıdır.
Dürtücü Etkenler
İsa
Mesih'in koştuğu şartlar bir bakıma ağırdır; oysa kendisini izlememiz
için bazı dürtücü nedenler de ileri sürüyor. Nitekim, bizde aranılan yüzde yüz
adanışı ciddi olarak göze alabilmemiz için bu sürükleyici dürtülere ihtiyacımız
olacak.
İlk olarak, İsa Mesih'i izlememiz kendi iyiliğimiz içindir:
için bazı dürtücü nedenler de ileri sürüyor. Nitekim, bizde aranılan yüzde yüz
adanışı ciddi olarak göze alabilmemiz için bu sürükleyici dürtülere ihtiyacımız
olacak.
İlk olarak, İsa Mesih'i izlememiz kendi iyiliğimiz içindir:
"Canını
kurtarmak isteyen onu yitirecek; canını benim ve Müjde'nin uğruna
yitiren ise onu kurtaracaktır.
İnsan bütün dünyayı kazanıp da canından olursa, bunun kendisine ne yaran olur?
İnsan, kendi canına
karşılık ne verebilir?" (Markos 8:35-37)
yitiren ise onu kurtaracaktır.
İnsan bütün dünyayı kazanıp da canından olursa, bunun kendisine ne yaran olur?
İnsan, kendi canına
karşılık ne verebilir?" (Markos 8:35-37)
Birçokları,
kendimizi İsa Mesih'e versek bir şeyler yitiririz diye korkuyor.
İsa'nın bize "yaşam, bol yaşam" vermek için dünyaya geldiğini unutuyorlar
(Yuhanna 10:10)... O'nun istediği, bizi yoksulluğa sürüklemek değil, bizi zenginleştirmektir.
O'na hizmet, gerçek anlamda özgürlüktür.
Kuşkusuz, İsa'nın yolunu seçen kişi bazı şeyleri gözden çıkaracaktır. Günahı
ve öz bencilliğimizi terk etmemiz gerektiğini yukarıda gördük. Bazı arkadaşlarımızı
da yitireceğimizden kuşkunuz olmasın. Oysa elde edeceklerimizin doyurucu zenginliği
yanında, yitireceklerimiz bir hiçtir. İsa Mesih'in öğretişinin ve nice imanlıların
kişisel görgüsünün ortaya koyduğu şaşılacak gerçek şudur: İsa'yı izlemekte kendimizi
yitirirsek, kendimizi gerçek anlamda bulmuş oluruz. Kendimizi inkâr etmek, kendimizi
keşfetmek demektir. Kendimiz için yaşamak deliliktir, intihardır; Tanrı ve diğer
insanlar için yaşamak ise, gerçek bilgelik ve yaşamdır. Kendimizi, İsa Mesih'e
ve soydaşlarımıza hizmette yitirmeye razı olmadıkça, tam anlamıyla kendimizi
bulamayız.
Bu gerçeği vurgulamak için İsa, bütün dünyayla tek bir can arasında karşılaştırma
yaptı. Bunun ardından, bir iş adamının düşüneceği kâr-zarar sorusunu sordu.
Konuya, kişisel çıkar açısından yaklaştı. İsa Mesih'i izlemek, kesinlikle kişinin
yararınadır. O'nu izlemek kendimizi bulmak demektir. Oysa O'nun yolunu reddedip
kendi yolumuza ısrarla devam etmek, bu dünyada kazancımız ne olursa olsun, sonsuz
geleceğimizi boşa harcamak demektir. Neden böyle oluyor? Bir kere, tüm dünyayı
zaten elimize geçiremeyiz. Elimize geçirebilsek bile, kalıcı olmaz. Üstelik
kaldığı sürece bile bizi doyuramaz. "İnsan kendi canına karşılık ne verebilir?"
Başka hiçbir şey onun değerinde olamaz. Elbette ki, İsa Mesih'i izlemenin bir
bedeli var; ama O'nu izlememek daha pahalıya mal olur. O'nun yolunu reddetmek,
kendimizi kaybetmemiz demektir.
İkinci olarak, İsa Mesih'i izlememiz başkalarının da iyiliği içindir. Mesih'in
yolunu, yalnız neler alabileceğimizi değil, neler verebileceğimizi düşünerek
seçmeliyiz. "Tanrısal müjde uğruna canını yitiren, onu kurtaracaktır."
"Müjde uğruna" demek, İsa Mesih'te bulunan kurtuluş haberini başkalarına
yaymak demektir. Yukarıda gördüğümüz gibi, Mesih'ten ve O'nun sözlerinden utanmamalıyız.
Tersine, O'nunla öylesine gurur duymalıyız ki, İsa'nın başardığı kurtuluş müjdesini
herkese duyurmak isteyelim.
Kargaşa içinde çalkalanan dünyamızın durumu hepimizi tedirgin etmektedir. İnsanlığın
geleceği bile tehlikededir. Vatandaş kendini, politika oyunlarının çaresiz bir
kurbanı, toplumun makineleşmiş yapısının önemsiz bir piyonu durumunda görüyor.
Ne var ki, imanlı kişinin böyle bir çaresizlik duygusuna kapılması gerekmez.
İsa Mesih Kendisini izleyenleri, "dünyanın tuzu" ve "dünyanın
ışığı" olarak tanımladı. Buzdolabının icadından önce tuz, etin bozulmasını
önlemek için kullanılmaktaydı. İmanlıların görevlerinden biri de toplumun bozulmasını
önlemektir. Bizler, Tanrı'nın ahlaksal ölçütlerini koruyarak ve kamuoyunu olumlu
yönde etkileyerek toplum içinde koruyucu bir görev yapmalıyız. "Dünyanın
ışığı" karanlık dünyayı aydınlatmalıdır. İmanlı, İsa Mesih'te esenlik ve
sevgi hazinesini bulmuş, içten bozulmuş insanların ve kopmuş ilişkilerin düzeltilmesinin
sırrını keşfetmiştir. Bu sırrı başkalarıyla paylaşmalıdır. Kişinin dünyanın
temel gereksinimine yapabileceği en büyük katkı, Tanrı'nın istediği şekilde
yaşamak, iman temeli üzerinde bir yuva kurmak ve tanrısal müjdenin ışığını çevresine
saçmaktır.
İsa Mesih'in yolunu yalnız kendimizin ve başkalarının iyiliği için değil, Mesih'in
yüceliği için seçmeliyiz. En sürükleyici dürtü budur. "Benim uğruma...
kim canını kaybederse, onu kurtaracaktır." Bizden çok güç bir şey istenildiği
zaman, o isteği yerine getirip getirmememiz büyük ölçüde isteyenin kim olduğuna
bağlıdır. İstek, borçlu olduğumuz birisinden gelirse, istediğini seve seve yaparız.
Bu yüzdendir ki, İsa Mesih'in bize yönelttiği çağrı böylesine etkileyicidir.
Bizi kendisi uğruna kendimizden vazgeçmeye çağırıyor.
Buna göre, İsa Mesih'in bizden istediği özveri "çarmıhı yüklenmek"
şeklinde belirtilmektedir. Kendisinin verdiğinden fazlasını bizden istemiyor.
Çarmıha karşılık çarmıh istiyor. İsa'yı, yalnız neler alabileceğimizi ya da
neler verebileceğimizi düşünerek değil, her şeyden önce O'nun neler vermiş olduğunu
göz önünde tutarak izlemeliyiz. O bizim için canını verdi. O'nu izlemek bize
pahalıya mal olur mu? O bizim için büyük bir bedel ödedi. İsa Mesih, Baba'nın
yüceliğinden ayrılarak, cennetin dokunulmazlığını ve meleklerin tapınışlarını
bırakarak dünyaya indi. İnsan tabiatını alacak, ahırda doğup yemlikte yatacak,
marangoz tezgahında çalışacak, köylü balıkçılarla dostluk kuracak, lanet gözüyle
bakılan bir çarmıh üzerinde ölecek ve tüm dünyanın günahlarını yüklenecek kadar
kendini alçalttı.
İsa Mesih'in çarmıhını görmedikçe, gerçek anlamda kendimizden vazgeçip O'nu
izlemeye istekli olamayacağız. Bizim ufak çarmıhlarımız, O'nunkinin yanında
çok önemsiz kalır. İsa'yı, yargılanmaktan başka hiçbir hakları olmayan biz insanlar
için bunca utanç ve acı çekmeye yönelten, O'nun sonsuz sevgisidir. Öyle yüce
bir sevgiyi nasıl geri çevirebiliriz?
Sana öğüdüm şöyle: Rahat ve kendi kendini doyurmayı amaçlayan bir yaşam sürdürmek
niyetindeysen, ne yaparsan yap, ama sakın İsa'nın yoluna girme. Ama gerçek özünü
bulmak ve Tanrı'nın sana verdiği kişiliği doyuracak, Tanrı'ya ve insanlara hizmette
serüven dolu ve senin için ölene karşı duyduğun minnettarlığı az da olsa açığa
vuracak bir yaşam istiyorsan; o halde oyalanmadan ve hiçbir şey esirgemeden
Rabbin ve Kurtarıcın olan İsa Mesih'e kendini teslim etmeni öneririm.
İsa'nın bize "yaşam, bol yaşam" vermek için dünyaya geldiğini unutuyorlar
(Yuhanna 10:10)... O'nun istediği, bizi yoksulluğa sürüklemek değil, bizi zenginleştirmektir.
O'na hizmet, gerçek anlamda özgürlüktür.
Kuşkusuz, İsa'nın yolunu seçen kişi bazı şeyleri gözden çıkaracaktır. Günahı
ve öz bencilliğimizi terk etmemiz gerektiğini yukarıda gördük. Bazı arkadaşlarımızı
da yitireceğimizden kuşkunuz olmasın. Oysa elde edeceklerimizin doyurucu zenginliği
yanında, yitireceklerimiz bir hiçtir. İsa Mesih'in öğretişinin ve nice imanlıların
kişisel görgüsünün ortaya koyduğu şaşılacak gerçek şudur: İsa'yı izlemekte kendimizi
yitirirsek, kendimizi gerçek anlamda bulmuş oluruz. Kendimizi inkâr etmek, kendimizi
keşfetmek demektir. Kendimiz için yaşamak deliliktir, intihardır; Tanrı ve diğer
insanlar için yaşamak ise, gerçek bilgelik ve yaşamdır. Kendimizi, İsa Mesih'e
ve soydaşlarımıza hizmette yitirmeye razı olmadıkça, tam anlamıyla kendimizi
bulamayız.
Bu gerçeği vurgulamak için İsa, bütün dünyayla tek bir can arasında karşılaştırma
yaptı. Bunun ardından, bir iş adamının düşüneceği kâr-zarar sorusunu sordu.
Konuya, kişisel çıkar açısından yaklaştı. İsa Mesih'i izlemek, kesinlikle kişinin
yararınadır. O'nu izlemek kendimizi bulmak demektir. Oysa O'nun yolunu reddedip
kendi yolumuza ısrarla devam etmek, bu dünyada kazancımız ne olursa olsun, sonsuz
geleceğimizi boşa harcamak demektir. Neden böyle oluyor? Bir kere, tüm dünyayı
zaten elimize geçiremeyiz. Elimize geçirebilsek bile, kalıcı olmaz. Üstelik
kaldığı sürece bile bizi doyuramaz. "İnsan kendi canına karşılık ne verebilir?"
Başka hiçbir şey onun değerinde olamaz. Elbette ki, İsa Mesih'i izlemenin bir
bedeli var; ama O'nu izlememek daha pahalıya mal olur. O'nun yolunu reddetmek,
kendimizi kaybetmemiz demektir.
İkinci olarak, İsa Mesih'i izlememiz başkalarının da iyiliği içindir. Mesih'in
yolunu, yalnız neler alabileceğimizi değil, neler verebileceğimizi düşünerek
seçmeliyiz. "Tanrısal müjde uğruna canını yitiren, onu kurtaracaktır."
"Müjde uğruna" demek, İsa Mesih'te bulunan kurtuluş haberini başkalarına
yaymak demektir. Yukarıda gördüğümüz gibi, Mesih'ten ve O'nun sözlerinden utanmamalıyız.
Tersine, O'nunla öylesine gurur duymalıyız ki, İsa'nın başardığı kurtuluş müjdesini
herkese duyurmak isteyelim.
Kargaşa içinde çalkalanan dünyamızın durumu hepimizi tedirgin etmektedir. İnsanlığın
geleceği bile tehlikededir. Vatandaş kendini, politika oyunlarının çaresiz bir
kurbanı, toplumun makineleşmiş yapısının önemsiz bir piyonu durumunda görüyor.
Ne var ki, imanlı kişinin böyle bir çaresizlik duygusuna kapılması gerekmez.
İsa Mesih Kendisini izleyenleri, "dünyanın tuzu" ve "dünyanın
ışığı" olarak tanımladı. Buzdolabının icadından önce tuz, etin bozulmasını
önlemek için kullanılmaktaydı. İmanlıların görevlerinden biri de toplumun bozulmasını
önlemektir. Bizler, Tanrı'nın ahlaksal ölçütlerini koruyarak ve kamuoyunu olumlu
yönde etkileyerek toplum içinde koruyucu bir görev yapmalıyız. "Dünyanın
ışığı" karanlık dünyayı aydınlatmalıdır. İmanlı, İsa Mesih'te esenlik ve
sevgi hazinesini bulmuş, içten bozulmuş insanların ve kopmuş ilişkilerin düzeltilmesinin
sırrını keşfetmiştir. Bu sırrı başkalarıyla paylaşmalıdır. Kişinin dünyanın
temel gereksinimine yapabileceği en büyük katkı, Tanrı'nın istediği şekilde
yaşamak, iman temeli üzerinde bir yuva kurmak ve tanrısal müjdenin ışığını çevresine
saçmaktır.
İsa Mesih'in yolunu yalnız kendimizin ve başkalarının iyiliği için değil, Mesih'in
yüceliği için seçmeliyiz. En sürükleyici dürtü budur. "Benim uğruma...
kim canını kaybederse, onu kurtaracaktır." Bizden çok güç bir şey istenildiği
zaman, o isteği yerine getirip getirmememiz büyük ölçüde isteyenin kim olduğuna
bağlıdır. İstek, borçlu olduğumuz birisinden gelirse, istediğini seve seve yaparız.
Bu yüzdendir ki, İsa Mesih'in bize yönelttiği çağrı böylesine etkileyicidir.
Bizi kendisi uğruna kendimizden vazgeçmeye çağırıyor.
Buna göre, İsa Mesih'in bizden istediği özveri "çarmıhı yüklenmek"
şeklinde belirtilmektedir. Kendisinin verdiğinden fazlasını bizden istemiyor.
Çarmıha karşılık çarmıh istiyor. İsa'yı, yalnız neler alabileceğimizi ya da
neler verebileceğimizi düşünerek değil, her şeyden önce O'nun neler vermiş olduğunu
göz önünde tutarak izlemeliyiz. O bizim için canını verdi. O'nu izlemek bize
pahalıya mal olur mu? O bizim için büyük bir bedel ödedi. İsa Mesih, Baba'nın
yüceliğinden ayrılarak, cennetin dokunulmazlığını ve meleklerin tapınışlarını
bırakarak dünyaya indi. İnsan tabiatını alacak, ahırda doğup yemlikte yatacak,
marangoz tezgahında çalışacak, köylü balıkçılarla dostluk kuracak, lanet gözüyle
bakılan bir çarmıh üzerinde ölecek ve tüm dünyanın günahlarını yüklenecek kadar
kendini alçalttı.
İsa Mesih'in çarmıhını görmedikçe, gerçek anlamda kendimizden vazgeçip O'nu
izlemeye istekli olamayacağız. Bizim ufak çarmıhlarımız, O'nunkinin yanında
çok önemsiz kalır. İsa'yı, yargılanmaktan başka hiçbir hakları olmayan biz insanlar
için bunca utanç ve acı çekmeye yönelten, O'nun sonsuz sevgisidir. Öyle yüce
bir sevgiyi nasıl geri çevirebiliriz?
Sana öğüdüm şöyle: Rahat ve kendi kendini doyurmayı amaçlayan bir yaşam sürdürmek
niyetindeysen, ne yaparsan yap, ama sakın İsa'nın yoluna girme. Ama gerçek özünü
bulmak ve Tanrı'nın sana verdiği kişiliği doyuracak, Tanrı'ya ve insanlara hizmette
serüven dolu ve senin için ölene karşı duyduğun minnettarlığı az da olsa açığa
vuracak bir yaşam istiyorsan; o halde oyalanmadan ve hiçbir şey esirgemeden
Rabbin ve Kurtarıcın olan İsa Mesih'e kendini teslim etmeni öneririm.
Yorumlar